20. midsummer pipe dream – Guitarricadelafuente ft. Troye Sivan
Bu beklenmedik ikiliden dinlediğimiz ilk iş In My Room isimli bir düetti ki bu şarkının
ardından midsummer pipe dream artık bu ikilinin uzun süreli bir collabration ortaklığının kanıtı olduğunu gösteriyor. midsummer pipe dream İspanyol pop kültürünü prodüksiyon tarafında taşırken sözel tarafta Troye’un ikinci stüdyo albümünden kalma tatlı ama buruk bir tat yer alıyor. Flamenco türündeki drum-line’ın şarkıya kurduğu hakimiyet bu tarz bir yaz dönemi için kaçınılmaz bir burukluğu kulaklarımıza ritimsel olarak taşıyor.
19. Blue Bird – Lana Del ReyLana
Lana, neredeyse bir yıldan uzun süredir yeni stüdyo albümünde country öğelerine yer vereceğinin ipuçlarını paylaşıyordu. Mayıs ayında kısa aralıklarla Henry, Come On ve Blue Bird teklilerini yayımladı. Prodüksiyon tarafında Lana’nın eski müzik yoldaşı Drew Erickson yer alırken, sözlerde ise Lana ve Luke Laird imzası bulunuyor.
Sakin bir gitar balladı olarak başlayan şarkı, nakarata ulaştığında jazz dokunuşları taşıyan davulların bir keman orkestrasıyla buluşmasıyla farklı bir boyut kazanıyor. Klasik country normlarından uzak duran yapısıyla şarkı, tıpkı Lust for Life albümünde olduğu gibi Lana’nın hayata umut ve tevazuyla devam etme isteğini yansıtıyor.
18. DIE TRYING – PARTYNEXTDOOR, Drake & Yebba
Geçtiğimiz yıl Kendrick Lamar ile girdiği rap battle’dan yara almadan çıkamadığı söylenebilecek Drake, gelen tepkilere aldırış etmeden bu sene de üretmeye devam etti.
PARTYNEXTDOOR ile Sevgililer Günü’nde yayımladığı ortak albümünde eski işbirlikçisi
Yebba ile yeniden bir araya geldi. İkilinin daha önce Yebba’s Heartbreak adlı kayıtta
başlayan ortaklığı, bu kez daha olgun bir formda sürüyor. DIE TRYING’de Yebba’ya
yalnızca kapanış kısmında yer verilmiş olsa da, en çarpıcı sözlerin ona ait olması ve vokalinin
prodüksiyona eşlik eden sakin ama etkili gitar vuruşlarıyla birleşmesi, parçaya tartışmasız bir
ağırlık kazandırıyor. Öte yandan Drake’in şarkı söylemeye duyduğu eğilim bu kayıtta da
kendini gösteriyor; ancak vokal kalitesini koruyarak karşı konulamaz ölçüde klasikleşmeye
aday bir ayrılık şarkısının temelini atıyor.
17. Sugar Talking – Sabrina Carpenter
Yeni albümü Man’s Best Friend’in kapağını yayımladığı andan itibaren yoğun eleştirilere
maruz kalan Sabrina Carpenter, bu çalışmasıyla beklentileri bütünüyle karşılayamasa da
Sugar Talking tartışmasız diskografisinin en dikkat çekici parçalarından biri olarak öne
çıkıyor. Partnerinin yetersiz kalan kelime oyunlarına karşılık veren sözleri, Carpenter’ın
olağanüstü vokal performansıyla birleşerek şarkıyı güçlü bir noktaya taşıyor. Her ne kadar yapısı itibarıyla yaz aylarının coşkusuna tam anlamıyla ait olmasa da, Sugar Talking çok
geçmeden serin akşam meltemlerinin saçımıza dokunduğu son yaz günlerinin hüznünü
kucaklayabilen bir parça niteliği kazanıyor.
16. 12 to 12 – sombr
2025’in başından beri adından sıkça söz ettiren Shane (Sombr’ın gerçek adı), 12 to 12 ile
kendisinden beklenen “yeni yükselen erkek popstar” kalıbına uyduğunu açıkça kanıtladı.
Gitarda efsanevi müzisyen Tony Berg’in Elvis’i andıran vuruşları ve davullardaki enerjik
dokunuşlar, şarkıya modern-klasik bir pop tınısı kazandırıyor. Bu altyapının üzerine Sombr’ın chest ve head voice arasında pürüzsüz bir şekilde geçiş yaptığı vokalleri eklenince, ortaya yazın en çok dikkat çeken parçalarından biri çıkıyor. Söz yazarlığından stüdyodaki prodüksiyon sürecine kadar her aşamada etkin bir rol üstlenen Sombr, bu şarkıyla hem
eleştirel övgü hem de ticari başarı yakalayarak adını zirveye taşımış durumda. Öyle ki,
yaklaşan Grammy Ödülleri’nde “Best New Artist” kategorisinin en güçlü adaylarından biri
olarak görülmesi sürpriz sayılmaz.
15. YUKON – Justin Bieber
Açık konuşmak gerekirse Justin Bieber, kariyerinde belki de en doğru adımı atarak yeni
stüdyo albümünde vokaline en uygun prodüksiyonu yaratabilecek müzisyenlerle çalışmaya
başladı. Albümün baş prodüktörlerinden biri olan Dijon’un dokunuşları, şarkıların
notalarında yoğun biçimde hissediliyor. Buna ek olarak SZA’nın uzun soluklu kreatif ortağı
Carter Lang ile, ikilinin Snooze Remix düetinde yakaladığı uyumun da etkisiyle, Bieber
sonunda kendini bulduğu bir albüm ortaya koyuyor. Ortaya çıkan bu iş, kusursuz bir R&B
başyapıtı olmasının yanı sıra yaz için mükemmel bir tını barındırıyor. Özellikle bu parça,
Bieber’ın diskografisinde haklı bir şekilde öne çıkan nadir eserlerden biri olmayı başarıyor.
14. NUEVAYoL – Bad Bunny
Benito’nun albümü, 70’lerin Porto Rikolu salsa klasiği Un Verano en Nueva York’a (El Gran
Combo de Puerto Rico ve Andy Montañez) saygı duruşunda bulunarak açıyor. Bu kült
şarkının ABD’ye, özellikle de New York’a taşan etkisinden ilham alan Benito, eseri sürpriz
bir şekilde dembow’a dönüştürüyor; böylece hem daha kentsel bir dokunuş katıyor hem de
kendini en rahat hissettiği türlerden birinde deneysel bir çıkış yapıyor. NUEVAYoL, Porto
Riko ve Dominik Cumhuriyeti’ne dair kültürel göndermelerle bezeli sözleri, Latin hip-hop
ritimleri ve salsa–reggaetón elementlerini bir araya getirerek adeta bir marş niteliği taşıyor.
Bad Bunny’nin tartışmasız şaheseri olarak anılabilecek bu parça, sosyal medyada ve küresel
müzik sahnesinde bu yaz hızla yayıldı; aynı zamanda New York’ta genişleyen Porto Rikolu
ve Dominikli göçmen topluluklarına da güçlü bir saygı duruşu sundu.
13. Sugar On My Tongue – Tyler, The Creator
Tyler, dinleyicilerini şaşırtan bir hamleyle sürpriz albümü DON’T TAP THE GLASS’ı
yayımladı ki asıl şaşkınlık, albümün kendiliğinden duyurulmasından çok, Tyler’ın önceki
albümü CROMAKOPIA’nın çizgisinden ve Tyler’ın tüm diskografisinden tamamen farklı bir
yola sapmış olmasından kaynaklanıyor. Bu albümde, 90’lar ve 2000’lerin Afro-Amerikan
hip-hop ve dance sahnelerine bilinçli bir saygı duruşu söz konusu. Bu duruş bilhassa Tyler’ın
Pharell Williams’a olan müzikal aşkı ve saygısından kaynaklanıyor olabilir ki albümün ritmik
yapısı Pharell’in tarzına oldukça yakın bir çizgide ilerliyor. Özellikle öne çıkan “Sugar On
My Tongue”, nostaljiye yaslanmakla yetinmeyip bu dönemin estetiğini yeniden kurguluyor.
Ritmik gücüyle yazın en çok konuşulan parçalarından biri olurken, Tyler’ın sanatsal risk
alma cesaretini de temsil ediyor.
12. AWARDS SEASON – Bon Iver
Huzurlu ama bir o kadar da melankolik atmosferi, elektronik katmanlarla örülü folk tınıları ve
Justin Vernon’un kırılgan vokal dokusu, Awards Season’ı Bon Iver’ın diskografisinde ayrıksı
bir konuma yerleştiriyor. 2000’lerin başından beri indie-folk sahnesinin en özgün
figürlerinden biri olarak anılan Vernon, bu parçada akustik sadelikle dijital manipülasyonu
ustaca harmanlayarak dinleyiciyi zamansız bir yankının içine çekiyor. Albümün bütünü, tıpkı
sanatçının kariyerinde olduğu gibi, içsel bir yolculuğu andırıyor ki bu konumda yalnızlık,
hafıza ve kimliğin parçalı doğası dinleyicinin merkezine geçiyor. Kritik açıdan albüm, Bon
Iver’ın en bütünlüklü ve olgun işlerinden biri olarak karşılanırken, kimi yorumcular deneysel
yapının zaman zaman dinleyiciyi dışarıda bıraktığını vurguluyor. Ticari anlamda ise, Awards
Season geniş kitlelere hitap etmekten ziyade, “dinleyenle samimi bir bağ kurma” iddiasını
sürdürüyor.
11. Clearblue – Lorde
Başlığını aynı isimli gebelik testi markasından alan Clearblue, Lorde’un dördüncü stüdyo
albümü Virgin’in yedinci parçası olarak öne çıkıyor. Parça, korunmasız cinsel ilişkinin
beklenmedik bir gebelikle sonuçlanması konseptini işlerken, bu şok edici olayın ardından
gelen karmaşık duyguları müzik aracılığıyla aktarmaya çalışıyor. Lorde, görülebilecek en
minimalist elektronik altyapıyı ve hafif ancak yüksek vokal tonlamalarını kullanarak,
dinleyicide hem kaygı hem de bir tür içsel hesaplaşma hissi uyandırıyor. Şarkı kelimenin tam
anlamıyla duyguları çırılçıplak bırakırken dinleyiciye de Lorde’un en hassas yönünü dinleme
şansı kazandırıyor. Bu yönüyle Clearblue, Lorde’un diskografisinde duygusal yoğunluğunu
cesurca ortaya koyduğu ve deneysel pop sınırlarını zorladığı parçalar arasında sayılabilir.
10. Man I Need – Olivia Dean
Man I Need, Olivia Dean’in duygusal derinliği ve sofistike vokal tekniğini öne çıkaran bir
parça olarak öne çıkıyor. Minimalist ama ritmik prodüksiyonu, soul ve modern pop
unsurlarını ustaca harmanlarken, Dean’in vokal ifadeleri şarkının merkezine yerleşiyor ve
dinleyicide hem arzuyu hem de kırılganlığı hissettiriyor. Şarkı, sözel olarak romantik
beklentileri ve karşı konulamaz bir bağlılığı işlerken, müzikal olarak da sıcak tonları ve hafif
ritmik hareketleriyle yaz ruhuna uyum sağlıyor. Bu yönüyle Man I Need, Olivia Dean’in yaz
aylarında hem duygusal açıdan yoğun hem de melodik olarak akılda kalıcı bir eser olarak
önümüze çıktığını bize söyleme şansını getiriyor.
9. Old Recliners – Role Model
Role Model’ın Old Recliners’ı, 2025 yazının melankolik ama aynı zamanda rahatlatıcı
tarafını temsil eden bir parça olarak öne çıkıyor. Minimalist indie-pop prodüksiyonu ve
dingin gitar tonları, yaz günlerinin içsel durgunluğunu ve hafif nostaljik havasını yansıtıyor.
Sözlerdeki samimi ama sorgulayıcı anlatım, dinleyiciyi geçmiş anılarla yüzleştirirken (“I
remember when the days were long...”), Role Model’ın pürüzsüz vokalleri parçayı hem sıcak
hem de düşündürücü kılıyor. Bu şarkı, 2025 yazının içsel temposunu yakalayan nadir
eserlerden biri olarak değerlendirilebilir ki Tucker (Role Model’ın gerçek ismi) en sonunda
hak ettiği ilgiyi yavaş da olsa görerek bunu dinleyicilerine kanıtlıyor.
8. Relationships – HAIM
HAIM kız kardeşlerin Mart 2025’te yayımladığı Relationships, grubun karakteristik SoCal
rock sound’undan uzaklaşarak ‘90’lar R&B’si esintili, groovy bir pop-rock-R&B karışımı
sunuyor. Este, Danielle ve Alana Haim’in birbirine uyumlu vokalleri ve parçanın akışkan bas
hatları, şarkıyı hem ritmik hem de duygusal olarak yoğun kılıyor. Bu yazın temposuna uyum
sağlayan Relationships, dışarıdan eğlenceli ve akılda kalıcı bir melodi sunsa da, sözlerinde
aşkın karmaşıklığını, duygusal yorgunluğu ve romantik ilişkilerdeki belirsizlikleri dürüstçe
ele alıyor. Parça, aşk ve hayal kırıklığının iç içe geçtiği anlarda yaşanan içsel çelişkileri
gözler önüne seriyor; “I think I’m in love, but I can’t stand fucking relationships” gibi
dizeler, dinleyicide hem tanıdık bir yorgunluk hem de derin bir empati uyandırıyor. Müzik
videosunda tersine anlatılan bir ayrılık hikâyesi, şarkının teması olan ilişkilerin döngüselliğini
görselleştiriyor. Böylece Relationships, HAIM’in uzun süreli sessizliğinin ardından
yayımladığı, hem kişisel hem evrensel bağlamda aşkın karmaşıklığını tartışmaya açan ve
yazın duygusal panoramasına mükemmel uyum sağlayan bir eser olarak öne çıkıyor.
7. Backseat – Balu Brigada
Balu Brigada’nın Backseat’i yalnızca ritmik enerjisiyle değil, aynı zamanda duygusal
yoğunluğuyla da dikkat çekiyor. Altı dakikalık süre boyunca parçanın her anı, anlatıcının
kırılgan ve tek taraflı bir aşkta yaşadığı duygusal kopukluğu ve teselli arayışını güçlü bir
şekilde yansıtıyor. Minimal ama etkili prodüksiyon, parçanın başından sonuna kadar
dinleyiciyi içine çekiyor ki dahası şarkının ikinci yarısından itibaren ise Tame Impala’yı
anımsatan psikedelik dokunuşlar ve atmosferik synth katmanları, şarkıya hem modern hem de
nostaljik bir boyut kazandırıyor. Portal adlı debüt albümleri, Balu Brigada’yı yalnızca yazın
ritmik isimlerinden biri olarak değil, aynı zamanda Grammy’lerde “Album of the Year”
kategorisinin iddialı adaylarından biri olmaya hak kazandıracak kadar güçlü bir aday olma
şansını sunuyor. Parça, hem melodik hem de duygusal açıdan bu yazın en güçlü ve etkileyici
eserlerinden biri olarak kabul edilebilir.
6. Reborn – Miley Cyrus
Mistik atmosferi, 2000’lerin dans pistlerini çağrıştıran enerjisi, tutkulu fakat ağır bas yapısı
ve Miley’nin tekrara yaslanan fakat şaşırtıcı derecede uyumlu sözel oyunlarıyla öne çıkan bu
parça, sanatçının diskografisindeki en dikkat çekici işlerden biri olarak öne çıkıyor.
Something Beautiful albümü ise Miley Cyrus’un kariyerine sanatsal açıdan yeni bir derinlik
kazandırıyor. Grammy ödüllü sanatçı, müzikal açıdan hem kohesif hem de koherent bir yapı
ortaya koymayı başaran yeni albümüyle eleştirmenlerden büyük övgüler alırken, ticari
anlamda beklenen karşılığı bulamadı. Lakin bu durum, Cyrus’ın “sanat için sanat” anlayışını
sürdürdüğünü ve piyasa kaygısından bağımsız olarak tutarlı bir estetik vizyon
geliştirebildiğini kanıtlıyor. Reborn ise buna imzasını atan olağanüstü bir sanat eseri.
5. Sugar! Honey! Love! – Kali Uchis
Gün geçmiyor ki Kali Uchis diskografisine bir öncekinden daha güçlü ve tutarlı bir albüm
eklemesin. Debüt albümünden bu yana inanılmaz derece etkileyici bir “album run”
gerçekleştiren sanatçı bu sefer annesine adadığı Sincerely, adlı albümüyle tekrardan
sevenleriyle buluştu. Sugar! Honey! Love! ise Kali’nin kırılgan vokalleriyle usta kalem
oyunun bir araya geldiği bir başka şaheserlerden biri. Her ne kadar ticari ve kritik açıdan
sürekli başarılara koşsa da Kali, hala başarılarıyla ödüllendirilemeyen bir latin/amerikan
sanatçı olarak kalmaya devam ediyor ki bu seneki en büyük müzikal beklentilerimizden birisi
Kali’nin acilen ödül törenleri tarafından fark edilip taçlandırılmasıdır.
4. Times Like These – Addison Rae
Times Like These, sanatçının debut albümü Addison’dan altıncı single olarak öne çıkıyor ve
sanatçının hızlı yükselen pop kariyerinin bir dönüm noktası niteliğini taşıyor. Şarkı, yaşamın
karmaşasına ve ani değişimlerine dair bir içsel yansıma sunarken, Rae’in vokal performansı
modern pop estetiği ile The Pussycat Dolls’u anımsatan görsellik arasında dengeli bir köprü
kuruyor Times Like These, Addison’ın sanatsal çıkışını sadece sosyal medya etkisiyle değil,
ritmik pop altyapısı ve estetik seçimleriyle de desteklediği bir parça olarak, 2025 yazının
kasvetli ancak enerjik ve tabii ki dikkat çekici eserlerinden biri olarak öne çıkıyor.
3. The Sofa – Wolf Alice
Wolf Alice’in The Sofa parçası, yaşamın karmaşıklığı ve yaşlanmanın getirdiği farkındalık
üzerine düşündüren bir şarkı olarak öne çıkıyor. Şarkı, hem kişisel hayatın polarize edici
yönleriyle hem de bir grup olarak deneyimlenen dinamiklerle yüzleşmeyi konu alıyor;
anlatıcının “her şeyi çözmeye çalışmamak” yaklaşımı, dinleyicide hem rahatlatıcı hem de
düşündürücü bir etki yaratıyor. Grubun bu albümde Greg Kurstin ile executive prodüktör
olarak çalışması, önceki kaydı Blue Weekend’den oldukça farklı bir ses ve prodüksiyon
derinliği sunuyor. Buna rağmen Wolf Alice, hem müzikal hem de sözsel olarak zamana
uyumlu bir yapı kurmayı başarmış ki Kurstin sayesinde ortaya çıkan Adele tınısı, grubun
İngiliz rock yapısıyla birleşince kusursuz bir kohesif bir bütünlük sağlıyor; albüm, modern
yaşamın duygusal ve ritmik temposuna mükemmel şekilde tercüman oluyor. Eleştirmenler
tarafından 2025’in en önemli albümlerinden biri olarak değerlendirilen çalışma, grup için
yalnızca bir stil evrimi değil, aynı zamanda çağdaş pop-rock ve indie sahnesine dair güçlü bir
ifade oluşturuyor. The Sofa, kişinin güncel manevi konumundaki yerini her şekilde
benimseyip dingin bir sessizliğe kavuşma arzusunu anlatıyor. Bu, aslen bir şeylerin reddini
temsil etmekten ziyade sadece sineye çekilmek isteyen bir anlatıcının iradeli bir şekilde
hayatında olan bitenleri sindirmek için çevresinden beklediği çağdaş anlayış biçimini dile
getiriyor.
2. Stateside – PinkPantheress
PinkPantheress’in Stateside, ikinci mixtape’i Fancy That’in ikinci single’ı olarak bu yaz öne
çıkıyor ve sanatçının kendi ifadesiyle projedeki en sevdiği şarkı olma özelliğini taşıyor.
Müziğin kendisi, hafif breakbeat ritimleri, nostaljik garage ve drum’n’bass dokunuşlarıyla
yaz boyunca hem ritmik hem de enerjik bir hava yaratıyor. Stateside, PinkPantheress’in ikincimixtape’inde modern UK elektronik pop ile duygusal bir samimiyeti bir araya getirdiği, 2025 yazının hem dans pistlerinde hem de kulaklıklarda yankılanan parçalarından biri olarak öne çıkıyor. Bunlara ek olarak Pink, 2025 itibarıyla kariyerinin hem sanatsal hem de ticari açıdan zirve noktasını temsil ediyor. Stateside ve diğer son projeleri, sanatçının vokal timbresinde olağanüstü bir rezonans, melodik konturda sofistike bir modulasyon ve harmonik yapıda çarpıcı polifonik dokunuşlar içeriyor. Elektronik altyapılarda kullandığı minimal
breakbeat’ler ve organik perküsyon öğeleri, şarkının ritmik karmaşıklığını derinleştirirken,
aynı zamanda pop sensibilities ile deneysel elektronik unsurları ustaca harmanlayarak çağdaş
pop müziğin estetik sınırlarını genişletiyor. Ticari açıdan ise Pink, global müzik piyasasında
streaming verileri, sosyal medya etkileşimleri ve festival performanslarıyla kendi kulvarında
zirveye ulaşmış durumda; bu, onun yaratıcı vizyonunu sürdürülebilir bir popülerlik ve ekonomik başarıyla
birleştirdiğinin kanıtı.
1.Nice To Each Other – Olivia Dean
Olivia Dean’in Nice To Each Other’ı, 2025 yazının tartışmasız en parlak ve etkileyici şarkısı
olarak öne çıkıyor. Parça, Dean’in karakteristik soul-pop vokal tonlamalarıyla başlıyor; chest
ve head voice geçişlerindeki pürüzsüzlük, dinleyicide hem duygusal yoğunluk hem de vokal
dinamizmi hissettiriyor. Minimalist ama sofistike prodüksiyon, sıcak analog synth dokuları,
yumuşak perküsyon ve ritmik bas hatlarıyla destekleniyor; armonik olarak zengin akor
progresyonları, özellikle nakaratlarda yapılan modülasyonlarla şarkıyı sarmalayan bir
deneyim sunuyor. Lirik açıdan nazik ve empatik mesaj verirken, verse’lerin sakinliği ve
chorus’un yükselen enerjisi, yazın hem huzurlu hem de coşkulu yanlarını mükemmel şekilde
yansıtıyor. Bu nedenle Olivia Dean’in listede Man I Need ile birlikte iki kez yer alması hiç de
şaşırtıcı değil: biri yazın duygusal derinliğini ve empatiyi temsil ederken (Man I Need), diğeri
(Nice To Each Other) yazın enerjik, melodik ve ritmik açıdan zirvesini simgeliyor. Eylül
2025’te çıkacak albümü The Art of Loving, şimdiden bu iki şarkının yarattığı yüksek
beklentiyi devam ettiriyor; Dean, hem vokal ustalığı hem prodüksiyon zekâsı hem de yaz
ruhuna uyumuyla, 2025 yazının en ikonik ve etkileyici sanatçılarından biri olarak
konumlanıyor.


















