Billie Eilish Neden “Album of The Year” Ödülünü Kaybetti?

Bu soruyu sormanın ve cevaplamanın pek çok yolu olduğunu kabul ediyorum. Bir müzik gurmesi ve yaklaşık 15 yıldır Grammy Ödülleri’ni yakından takip eden biri olarak kendi perspektifimden açıklamak istiyorum. Ancak bu noktada konunun detaylı bir inceleme gerektirdiğini belirtmek isterim; bu yüzden öncelikle geçmişe dönüp bazı temel noktalara bakılması gerektiğini düşünüyorum.

SANAT

Erdeniz Erten

8/16/202514 min read

Tarih 29 Mart 2019 Cuma gününü gösterdiğinde Billie Eilish epey uzun zamandır beklenen WHEN WE ALL FALL ASLEEP, WHERE DO WE GO? isimli debüt albümünü yayınladı. Eilish, abisi Finneas’ın yönetici prodüktörlüğü ve söz yazarlığındaki iş birliğiyle beraber hem hayranları hem de müzik eleştirmenleri tarafından oldukça büyük bir olumlu geri dönüş aldı. Albüm, Metacritic’de 21 müzik kritiği tarafından toplam 82 puan alarak adından epeyce söz ettirdi. Albümdeki “Bad Guy” hitiyle billboard ve radyo listelerinden uzun süre hiç düşmedi ve Spotify’da streaming açısından bazı rekorlar kırdı. Üstünden birkaç ay geçtikten sonra Grammy adaylıklarında Eilish Album of the Year dahil olmak üzere toplam altı tane adaylığa uygun görüldü. Bir debüt sanatçısı için çok kritik ve mühim bir başarı elde eden Eilish aynı ödül kategorilerini Lana Del Rey ve Ariana Grande gibi büyük isimlerle birlikte paylaşıyordu.

2020 yılında Grammy Ödül Töreni yapıldığında merasimde tek değişmeyen şey sadece ödül verme diplomasisiydi, yani büyük kategorilerden birini hangi sanatçı kazanırsa gerisini de o kazanır tarzında bir kural sistemi vardı ki hem izleyiciler hem de medya eleştirmenleri artık bunun değiştirilmesi için ödül törenini ağır eleştiri yağmuruna tuttular ancak Grammy Komitesi neredeyse 12 yıldır hep aynı yoldan gitmeye devam ediyordu. Komiteye ne yeni oy verenler katıldı ne de komitedeki karar verme yönergeleri değiştirildi. Grammy gibi resmiyeti bol bir müzik akademisinden söz edilse de işin aslı o dönemde bile hâlâ minicik bir komiteden ibaretti. 2020 töreni öncesinde eleştirmenler, büyük ödül kategorilerinde Lana Del Rey ve Ariana Grande’nin ciddi şansı olduğunu konuşup durdu; ancak komite bu söylentilere kulağını tıkadı. Belki de mesele, müziğin kendisinden çok, tören bittikten sonra medyanın Grammy Akademisi hakkında ne kadar konuşacağıydı — ve bu, onların her zaman en çok önemsedikleri şey oldu. O dönemden beri Kayıt Akademisi’nin CEO’su olan Harvey Jason Jr.’ın hem adaylıkları açıklarken ki hem de ödül törenindeki konuşmaları bu ‘medyanın Akademi hakkında konuşma isteği’ söylentilerini epey doğruluyordu ki böyle de oldu.

Örneğin 2020 yılındaki ödül töreninde Lana Del Rey’in hala güncel olarak da en iyi albümü ve dahası bu yüzyılın en iyi albümlerinden biri olarak anılan Norman Fucking Rockwell, Grammy’deki Album of The Year kategorisini Eilish’in debüt albümüne karşı kaybetti. İşin daha da kalp kırıcı kısmı ödül töreni tamamlandıktan sonra akademi üyelerinin Del Rey hakkında ürettikleri yorumlar oldu. Grammy’lerde ödül almak yalnızca iyi bir albüm yapmakla bitmiyordu elbette; kazananlar çoğu zaman Recording Academy üyeleriyle (prodüktörler, mühendisler, söz yazarları) güçlü ilişkiler kuran, onlara projelerini birebir tanıtan sanatçılar oluyor. Bu süreç, “campaigning” (kampanya yürütme) olarak biliniyor. Taylor Swift gibi isimler, doğru salonlarda uzun konuşmalar yaparak ve özel “For Your Consideration” materyalleri göndererek bu süreci ustalıkla yönetiyor. Lana ise NFR döneminde bunu sınırlı yaptı ve Billie Eilish–Finneas gibi rakipleri kadar agresif/güçlü kampanya süreçleri yürütemedi. Bir diğer kritik faktör ise, voting blocks (oy blokları) idi. Genel kategorilerde kazanmak için birden fazla türden oy desteği gerekiyor. Örneğin Taylor hem country hem pop hem alternatif kitleden oy alabiliyor çünkü önceki albüm çalışmalarında country kategorilerine single/album tarzında başvurularda bulunup ödül kazanmışlığı var. Lana ise yalnızca alternatif kanatta güçlüydü ki orada da 2024 yılında boygenius gibi rakiplerle oylar bölündü. Üstelik prodüktör Jack Antonoff ile yaptığı iş birliği, Jack’in aynı yıl Taylor’la da aday olması nedeniyle ek bir bölünme yarattı. Son olarak, Grammy Ödülleri genellikle “yaratıcı bir yön değişimini” ödüllendirmeyi medya materyalinde onlara bir katkısı olduğu kadar seviyor. Lana’nın tarzı her ne kadar kültürel değişkenlere sahip olsa da, geniş kitlelerde ve Grammy Komitesinde hâlâ “tüm şarkıları birbirine benziyor” algısı var. NFR büyük övgü alsa da, o yıl “büyük bir kültürel an” (Miley Cyrus’ın Flowers yılı gibi) yaratmadı, lakin çok geçmeden NFR albümü her sene vurgulanarak hem son on yılın hem de 2000’li yılların en iyi albümleri arasında yer almaya devam etti. Maalesef ki böylesine yüksek rekabetli bir yılda hem geniş oy desteği hem de “o yılın hikâyesi” eksikti.

İşin özüne geri dönecek olursak Bilie Eilish her ne kadar Lana ile aynı kayıt şirketini paylaşıyor olsa da bu tarz olumsuz geri dönüşlerle yüzleşmedi aksine aday olduğu altı adaylığın beşini eve götürdü (bkz. Yılın Albümü, Yılın Şarkısı, Yılın Kaydı, En İyi Yeni Sanatçı & En İyi Pop Vokal Albümü). Böylelikle Eilish ve iş birliği yaptığı abisi Finneas büyük rekorlara imza attı ki o sene buna en büyük etki yaratan sebep 2010 yılında Taylor Swift’in Fearless albümüyle Album of The Year ödülünü kazanıp en genç sanatçı olarak kırdığı rekordu. Bu rekoru Taylor’ın elinden almak isteyen Akademi Komitesi, Eilish’i taçlandırarak yeni bir rekora daha imza attığını belirtme amacıyla medyada adından söz ettirdi. Kısacası medya Eilish’i konuşurken Kayıt Akademisi de konuşuluyordu.

Bir yıl sonra Eilish, yeni Bond filmi için yazdığı No Time To Die ve kendi buzz single’ı Everything I Wanted için Grammy Ödüllerinde toplam 4 adaylığa layık görüldü. Hiç beklenmediktir ki Grammy o yıl yeni gözde sanatçısını kesin olarak seçmişti çünkü Eilish, Everything I Wanted şarkısı için en büyük kategorilerden biri olan Record of the Year ödülünü eve götürdü. Buna ek olarak Best Song Written for Visual Media ödülünü de sahiplendikten sonra Eilish, Oscar ödüllerinde de Bond filmi için yazdığı şarkıyla ilk Oscar’ını kazandı. Eilish’in ödül törenlerindeki tartışmasız başarısı devam ederken bir sonraki yıl Grammy Ödüllerinde yeni albümü Happier Than Ever için toplam 7 adaylığa layık gösterildi. Bana kalırsa en büyük sıkıntı burada başlıyor. Eilish’in debütünden sonra yayınlanan bu proje onun daha olgun tarafının görülmesini sağlarken medya, Eilish’i karalama kampanyalarına tabi tutmak için her türlü fırsatı arıyordu ki başarılı sanatçı Queerbating ile suçlandı. Medyadan yediği linçler bir kenara, hayran kitlesinden bile çok ağır eleştiriler alan Eilish, ikinci stüdyo albümü için yaptığı kampanya süreci başarısızlıkla tamamlandı. Başarısızlık, diyorum ancak bu albümde sağladığı başarıyı başka sanatçılar büyük çabalara rağmen yakalayamıyorlar. Aradaki tek fark, debüt albümünde yakaladığı büyük başarıdan sonra maalesef rakamsal anlamda beklenen ilgi albüme gösterilmedi. Lakin Grammy Akademisi favori sanatçısını 7 adaylıkla taçlandırırken aksini savunuyordu ki olması gerekenin bu olması gerektiğini içtenlikle düşünüyorum. Eilish en çok o sene ödülleri hak ediyordu.

2022 Grammy Ödülleri’nin öncekilerden farkı büyük kategorilerdeki adaylıklar arasında çok fazla pop kategorisine ait sanatçı ve proje yer almasıydı, bu da pop kategorisi oylayıcılarının ister istemez büyük oranda fikir ayrılığına uğramasına sebep oldu; sonuç kaçınılmazdır ki Eilish en çok hak ettiği dönemde bütün adaylıklarını kaybetti. Son şans Album of the Year derken tahmin edildiği üzere Jon Batiste’in We Are albümü bu ödülü eve götürdü. Bu noktada Eilish’in ödül kaybını açıklayacak iki nokta var: Öncelikle Kayıt Akademisi 2018 yılından bu yana hiçbir siyahi sanatçıya bu ödülü vermemişti (bkz. Bruno Mars – 24K Magic) ki Grammy tarihinde siyahi sanatçıların büyük kategorilerdeki kaybı her zaman büyük bir tartışma olmuştur. İkinci olarak Akademi’nin medya tarafından konuşulmak için tekrardan bir kozu vardı: 7 adaylık verip hiçbirini ödüllendirmemek. Tam olarak öyle de oldu. Fakat bu sefer gelen tepkiler Akademi’nin amacını pek karşılamadı ki hem ödül töreninin izleyici kitlesi o yıl epeyce azalmıştı hem de yapılan uygunsuz yönergeler sebebiyle komite meclisinden epey istifa mektubu gelmişti. 2023 yılında grafikteki bu düşüş toparlanmaya çalışılsa da tam olarak istenilen hedefe ulaşılamadı. Eilish ise o yıl aldığı 2 adaylığa rağmen ne kendisinin ne de kayıt şirketinin çok da üstünde durduğu bir yıl olmadı ancak 2024 yılı bunun aksine tam bir başarı hikayesi yaratıyordu: Eilish bu sefer Barbie filmi için yazmış olduğu What Was I Made For şarkısı için toplam 5 tane adaylık aldı. Single’ları ile ödül törenlerinde Eilish’in daha başarılı olduğu ise tam olarak 2024 yılında anlaşıldı çünkü Eilish bu sefer Song of the Year ve Best Song Written for Visual Media ödüllerini eve götürdü. Şarkı yılı define etmesinin yanı sıra bir film müziği için oldukça fazla kritik başarı toplamıştı (bkz. Eilish ikinci kez Oscar ödülünü eve götüren en genç sanatçı oldu).

Bu geçmiş hikayeden sonra artık bu yazının konusunu daha anlaşılır kılabileceğime inanıyorum: 2024 yılının mayıs ayında Eilish merakla beklenen 3. stüdyo albümü HIT ME HARD AND SOFT’u yayınladı. 22 eleştirmen tarafından Metacritic’de albüm 89 puan alırken, hayranları bırakın, pek çok müzik sever tarafından albüm olumlu karşılandı. Eilish ise albümünü ‘bu zamana kadar yaptığım en gurur verici şey’ diye tanımladı. Albümden BIRDS OF A FEATHER ve LUNCH listelerde ve radyolarda rekorlar kırarken zamanla Eilish’in bu albümü daha derinden incelenmeye başlandı: Albüm her ne kadar başarılı bir 10 şarkılık bütünlük kuruyor olsa da şarkıların, daha doğrusu albümün bir önceki albümünden – Happier Than Ever’dan daha yenilikçi ya da farklı bir çerçeveye yerleştirilemediği tartışma konusu oldu. Bu noktada hem Eilish fanı hem de bir müzik sever olarak benim de katılacağım pek çok nokta var.

Eilish’in ve abisi Finneas’ın bu albümde öncelikle pen game (söz yazarlığı) açısından çığır açan bir yeniliğe ulaştığını söylemek çok doğru olmaz. Bilhassa iki farklı şarkıyı bir şarkıda birleştirmek (L’AMOUR DE MA VIE & BLUE) gibi yöntemler müzik tarihinde ilk defa karşılaştığımız şeyler değil, örnek verecek olursak Beyoncé bunu self-titled albümünde defalarca kez yaptı ya da Tyler, The Creator çıkış yaptığı andan beri bunu yapıyor. THE GREATEST ya da WILDFLOWER gibi şarkılardaki acı dürüstlük tam olarak Eilish’in bir önceki albümünün kapanış şarkısı Male Fantasy’de de yer alıyordu. Daha da ötesi CHIHIRO prodüksiyonunda kullanılan techno/electronic bass-line ve vocal aranjesinin blueprintini tam olarak yine Happier Than Ever’ın I Didn’t Change My Number parçasında şahit olmuştuk. Bu verdiğim örnekler Eilish üçüncü stüdyo albümünün başarısız ya da kötü bir proje olduğu anlamına gelmiyor ancak bir önceki albümünde yapmış olduğu hali hazırdaki düzenlemelerinden çok da uzak olmayan bir versiyonunu daha derli toplu bir albümde dinleyenlerin huzuruna sunduğunu gösteriyor. Yani Eilish güvenli alanda (safe place/zone’da) kalmayı tercih ederek bir yeniden üretim (re-creation) yapmayı denemiş gibi bir izlenim veriyor ki ben buna oldukça inanıyorum. Buna rağmen, albümün hem dinlenebilirliği hem de başarısı, görmezden gelinemez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Ancak tarihler 2025 yılında yapılacak Grammy Ödül Töreni için adaylıkların açıklandığı güne geldiğinde çok da şaşırılmayacak bir tablo önümüze çıkıyor: Beyoncé, Kendrick Lamar, Taylor Swift, Sabrina Carpenter, Charli xcx, Chappell Roan gibi isimler tüm adaylık listelerini domine ediyorlar. Bu tablo dediğim gibi 2024 yılını elden geçiren bu sanatçılar için çok da şoke edici bir lise değil elbette ama adaylıklarda bulunan iki ismin 2025 Grammy’lerine mutlaka damga vuracağı çok barizdi ki o da elbette ve elbette Beyoncé ve Kendrick Lamar oluyor.

Beyoncé bu ödül töreninde toplam 11 tane adaylığa layık gösterilerek tarihte tek seferde en çok adaylık almış sanatçı rekorunu kırdı. Lamar ise öte yandan Not Like Us isimli eğlencesine yazılmış bir disstrack ile beş tane adaylık aldı. Buradaki en kritik nokta Beyoncé’nin sektöre girdiği andan beri pek çok kez Album of the Year kategorisine aday gösterilip asla bu ödülü kazanamaması oluyor. Şayet tarih konuşulması gerekiyorsa tam olarak şu noktada konuşulması gerekir ki Beyoncé bu kategoriyi self-titled albümüyle Beck’e karşı - bir daha kimsenin (müzik eleştirmenlerinin bile) umurunda olmayan albümüne karşı – kaybetti. Lemonade albümü pek çok spekülasyona sebep olsa da Adele, 25 albümüyle bu kategoriyi kazanmıştı ki buna rağmen Adele ödül konuşmasında bu ödülü hak etmediğini ve Beyoncé’nin alması gerektiğini savunmuştu. Son olarak ise Beyoncé’nin müzik mirasına eklediği en önemli projesi Renaissance, 2023 yılında bu ödülü Harry Styles’ın Harry’s House albümüne karşı kaybetti. Bu çok büyük tartışmalara sebep olsa da Grammy Akademisi siyahi kadın sanatçıların Album of The Year kategorisinde ırkçılığa uğradığına dair suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Tarih boyunca bu kategoriyi sadece 3 siyahi kadın kazandı: Natalie Cole, Whitney Houston, and Lauryn Hill. Ne var ki Beyoncé’nin country albümü Cowboy Carter ile kazanacağı her açıdan belliydi. Bunu açıklaması tekrardan çok basit: Öncelikle Akademi’nin medya önündeki imajı, daha sonra bir siyahi kadını toplam 26 yıl sonra ilk defa Yılın Albümü ödülüyle taçlandırıp yeni bir rekora imza atmak. Fakat buraya kadar her ne kadar medya önündeki imaj ön planda olsa da, Beyoncé’nin Cowboy Carter albümü ile yapmış olduğu kültürel değişim ve siyahi kültürüne ait mirası tekrar ait olduğu yere getirtmesi, bir ödülden çok daha derin bir etki ve tarihe bırakılmış kalıcı bir miras anlamına geliyor.

Cowboy Carter, yalnızca Beyoncé’nin kariyerinde değil, modern müzik tarihinde de bir dönüm noktası niteliğinde. Albüm, country müziğin beyaz ve muhafazakâr kodlarla özdeşleşmiş tarihini, siyahi müzisyenlerin bu türdeki köklü ama sıklıkla görmezden gelinen mirasıyla yeniden buluşturuyor. Country’nin kökenlerinde Afro-Amerikan folk, blues ve gospel etkilerinin güçlü olduğu bilinse de, yıllar içinde bu bağ hem endüstri hem de dinleyici algısında silikleşmişti. Beyoncé, Cowboy Carter ile bu tarihi tersine çevirerek, siyahi sanatçıların country sahnesindeki varlığını yeniden görünür kıldı ve bu müzik türünün ait olduğu kültürel çeşitliliğe işaret etti. Dahası, albümün estetik ve tematik derinliği, siyahi kadınların country’deki temsiline dair uzun yıllardır süregelen sessizliği kırarak hem sanat hem aktivizm boyutunda bir manifesto işlevi gördü. Beyoncé’nin bu hamlesi, yalnızca kendi kariyerini taçlandırmakla kalmadı; Shaboozey, Brittney Spencer, Tanner Adell, Tiera Kennedy gibi yeni nesil siyahi country sanatçıların önünü açarak, bu türde uzun zamandır eksik olan kapsayıcılığın kapılarını araladı (bkz. Shaboozy hiç tanımazken ‘A Bar Song (Tipsy)’ şarkısıyla bütün Billboard listelerini domine etti). Onun etkisiyle, country artık yalnızca geleneksel bir imajla değil, farklı kültürlerden gelen seslerin ve hikâyelerin yarattığı daha zengin, daha geniş bir müzikal kimlikle anılmaya başlandı. İşte bu yüzden Cowboy Carter, yalnızca bir Grammy stratejisi değil; kültürel hafızayı tazeleyen, yeni bir sanatçı kuşağına ilham veren ve siyahi müzik mirasını hak ettiği saygınlığa kavuşturan kalıcı bir eser olarak tarihe geçti.

2024’te Jay-Z’nin Grammy sahnesinde Dr. Dre Global Impact Award’ı alırken yaptığı konuşma, 2025 töreninin havasını derinden etkileyen kırılma anlarından biriydi. Konuşmasında müziğin özünde “subjective” bir sanat formu olduğunu vurgulayan Jay-Z, hemen ardından Beyoncé’nin kariyeri boyunca defalarca Yılın Albümü kategorisine aday gösterilmesine rağmen bu ödülü tek bir kez bile kazanamamasını açıkça eleştirdi. Bu çıkış, yalnızca izleyiciler arasında değil, sektör içinde de uzun zamandır konuşulan Grammy’nin oy verme alışkanlıklarına dair tartışmaları yeniden alevlendirdi. Üstelik Jay-Z, geçmişte kendi şarkılarında Grammy’yi sert şekilde eleştirdiğini, hatta bazı yıllarda protesto amacıyla törene katılmadığını ama buna rağmen ekran başından izlemeyi sürdürdüğünü de itiraf etti. Bu dürüst ve çelişkili anekdot, hem Akademi’ye karşı beslenen kızgınlığın samimiyetini hem de Grammy’nin pop kültürdeki hâlâ yıkılmamış etkisini gözler önüne serdi. 2025’e gelindiğinde, bu konuşmanın yarattığı yankı hâlâ tazeydi; adaylık süreçlerinden ödül tahminlerine kadar tüm törenin nabzını farklı atan bir atmosfer oluşmuştu.

Beyoncé’nin 2025’te Cowboy Carter ile elde ettiği zafer, Jay-Z’nin 2024’teki eleştirisinin ardından Grammy anlatısını adeta yeniden şekillendirdi. Siyahi bir kadının 26 yıl aradan sonra Yılın Albümü ödülünü kazanması, yalnızca kişisel bir başarı değil; Akademi’nin geçmişteki önyargılarını ve eleştirilen seçimlerini telafi eden sembolik bir anlama sahipti. Bu zafer, törenin kültürel nabzını değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda genç siyahi ve renkli sanatçılar için bir yol gösterici niteliği taşıdı. Beyoncé’nin albümü, sadece müzikal bütünlüğü ve sanatsal yeniliğiyle değil, kültürel mirası sahiplenmesi ve yeni kuşak sanatçılara ilham vermesiyle de bir dönüm noktası oldu. Jay-Z’nin 2024’te vurguladığı “müziğin öznel olduğu” gerçeği, artık bu ödülün sadece ticari başarı veya popülerlikten ibaret olmadığını, kültürel etkisi ve tarihsel bağlamı ile de değerlendirildiğini gözler önüne seriyordu. Böylece Cowboy Carter, Grammy’nin sadece bir ödül töreni değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel farkındalık alanı olarak da önemini pekiştirdi. Kısacaaı yıllardır olması gereken ‘müziğin toplumsal etkisinin bir ödüllendirme kritiği olarak kullanma yönergesi’ artık Kayıt Akademisi komitesindeki 13 bin üye daha uygun bir şekilde sağlanmaya başlandı.


Sonuç olarak, 2025 Grammy Ödül Törenin’de Album of the Year ödülünün Beyoncé’ye gitmesi, hem müzikal hem de stratejik açıdan oldukça yerindeydi. Billie Eilish, yedi adaylık almasına rağmen bu kategorilerde şaşırtıcı olmayan bir şekilde sıfır çekti; bunun temel nedeni, pop albümleri arasındaki yoğun rekabet (aynı kategoride 8 adaydan 5’i pop albümüydü tıpkı 2022’de Eilish’in We Are albümüne kaybettiği gibi) ve pop voterların fikir ayrılıklarıydı. Birden fazla güçlü pop projesi aday gösterildiğinde oylar doğal olarak bölündü ve bu da alternatif bir türde, güçlü bir bütünlüğe sahip country albümün öne çıkmasına zemin hazırladı. Beyoncé’nin Cowboy Carter albümü, sadece müzikal bütünlüğü, sanatsal yeniliği ve kültürel etkisiyle değil; aynı zamanda siyahi bir kadının country sahnesindeki tarihsel mirası görünür kılması ve törene sembolik bir mesaj kazandırmasıyla da öne çıktı. Bu bağlamda ödül, popülerlikten ziyade hem sanatsal hem de kültürel açıdan hak edilmiş bir kazanım oldu ve Billie Eilish’in güçlü adaylıklarına rağmen neden bu kategoride ödül alamadığını da açıklıyor: Yoğun pop rekabeti, oyların bölünmesi ve Beyoncé’nin albümünün sahip olduğu benzersiz bütünlük ve tarihi önemi, bu farkı belirleyen en kritik faktörlerdi.